22 Nisan 2010 Perşembe

A ay


"Göstermek daha mi önemli? her gördüğünü gösterebiliyor musun? söylesene her gördüğünü gösterebiliyor musun? rüyalarının fotoğrafını çekebiliyor musun? ışığın yetiyor mu? netliğini ayarlayabiliyor musun? görmeyi sadece görmeyi biliyor musun? hem ne göstereceksin? haberleşmek için mi? kimlerle? kendinle habersiz kaldın mı hiç? gösterilemeyen şeyler görüyorum hep.gör! sadece gör! ne olursun, o fotoğraflara görmek için bak! görüyor musun? görüyor musun nuran?..."

A ay'ın en çarpıcı anlarından biriydi, Yekta'nın Nuran'a haykırışı...Hissettiklerimizi, gördüklerimizi, duyumsadıklarımızı ve kaçtıklarımızı; tüm korkuların ve geleneğin,gerçeğin ve kuşatılmışlığın gölgesine hapsedişimiz ve sürekli adlandırma çabamalarımıza Yekta'nın yakarışı.Filmi izledikten sonra fütursuzca bir yazma isteği belirdi bende.Ama şimdi değil! Birkez daha izledikten sonra yazacağım...Önce sizle paylaşmak istedim.Sonra hep beraberce üzerinde tam yoğuşuruz belki :) İçimde çalan şarkıya hep beraber eşlik ederiz...

Filmden sonra gördüğüm rüya ile gerçeğim arasında sıkışmışlığım, Yekta gibi kendimi; gördüklerim, duyumsadıklarım, içine sızdığım her ne varsa bir kayığa atlayıp gider gibi bırakmak geldi ve sonra da o bilindik titreyiş ve histeri! evet yazacağım hepsini ama hepsini! ta ki bu hissettiklerim özsuyuma karışıp bu içine çeken muğlaklık geçene dek...sanki onun adı ölüm! bu bulanıklığın adı özgürlük.ufuk çizgisinin üzerindeyim şimdi ve denize düşer gibi bir halim var...




Her şey işte böyle yarım!

18 Nisan 2010 Pazar

Yavaş Adam: Vic Chesnutt

Şu griye çalmış, griden çalmış pazar gününe müsait yanan yanaklarımla bir yandan Nazan Öncel dinliyor bir yandan Vic Chesnutt'la tanışmadan önce son okumalarımı yapıyorum...


Hala posta kutusuna bir şeyler yazıp yolluyorum.Bazen "hey Vic, biliyor musun, anlamak da yetmiyormuş anladım, "diyorum; o da bana sanki şöyle bir şey söylüyor:
"O şarkıyı bir de böyle söyle istersen: O da mı yılan, bu da mı yılan." Bu, sağlık endüstrisini, dünyayı, savaşları ve bunun gibi bir sürü şeyi daha kapsıyodur herhalde.Buna benim açımdan bir tür teselli diyebilirsiniz, ama ben de onun temelli gidişine ısınmaya çalışıyor, uçmayı unutan kanatlarıma yeniden kanatlanmayı öğretmeye gayret ediyorum. İnsan hayatı bir kilometreyse, şarkılarınki binlerce kilometredir.Ardında bıraktığı şarkıları onun ölümsüzlüğüdür derken Nazan Öncel, "Seni Bugün Görmem Lazım" şarkısına uzak diyarlardan eşlik etmiş ve geçen aylarda ölen Vic Chesnutt'ın ölümsüzlüğünü yeniden ve yeniden rüzgar yapıp yüzüme, yüzümüze ılık ılık estiriyor...



Hastanelere 50 bin dolar borcu olan, ayda 800 dolar sağlık sigortası taksidi ödeyen bir adamın hiç bir bedel istemeksizin bu albüme eşlik etmesi bu insanlığın anlayamacağı bişeydir...

"İnsanoğlu hemcinsleriyle temas etmeye, ilişkiye girmeye, dostluklar kurmaya muhtaç.Dostluk benim için çok önemli bir duygu; yaratıcılığımın ana kaynağı.Depresif mizacımı teskin eden, rahata kavuşturan bir duygu.Benim anti-insan hissiyatıma gelince...Sanırım her insan aynı duyguyu taşıyor.Bu da insani bir şey.İnsanlığı değil, tel tek insanları seviyorum" derken Vic; gerçekten hisseden gerçek insanların duygularına ebedi bir tercüman olmayı varoluş sebebi bilmiş, ama yaşamaya "At The Cut" demiş bu diyarlardan kağıt üzerinde intihar ama gerçekte bir cinayetin kurbanı olmuş...Savaş, silah, çürümüş sağlık sistemi, serbest piyasa düzeni işte insanlığı sevmeme nedenleri...ve ölümüne sebep...Bunlar başka bir yazının konusu olsun; çünkü tüm bu çürümüşlüğe hiçbir zaman dinmeyecek bu nefret duygusunun bu yazıyı farklı bi yerlere savurmasını istemem...O yüzden hadi "Seni Bugün Görmem Lazım" çalsın...






Bu sadece bir tanışma yazısı; bundan sonra Vic Chesnutt'ı şarkılarından bilip, sonsuz edeceğiz...

14 Nisan 2010 Çarşamba

Aylak Kadın




















Aylak kadının üniforması yoktur...etiketi yoktur...iktidarın dayattığı kimliklerden hunharca kaçar...zamanın içinde uçan bi kuş tüyü gibidir...ruhları okşayabildiği kadar varoluşunu kutlu kılar...kendine aşklar yapar...aşk olur..dediğim gibi o varlıktan öte bi varoluşu simgeler ve bu biteviyedir..garip bi şekilde sonsuzdur...la droit a la paresse'yi de hatırlatır bana..tembellik hakkını aşklarıyla meşk eder...

Başına gelenlere ve tekinsizce getirdiklerine, kendini önce şöyle rüzgarları ardına katıp uğultulu tepelerinden fütursuzca bırakır, sonra da Tezel Özlü'nün şu satırlarını, bilincinin en diğergamlı kıvrımlarına yedirir:

"İktidardaki egemen sınıf ve benim toplumumdaki düzen her gün sayısız kez benim ve benim gibileri vazgeçmeye ve bizi kendisi gibi olmaya zorladı ben bir kezinde aklımı yitirdim ama kendimi yeniden kendi elime geçirdiğimde daha da zor yenilebilir durumdaydım...

çocukluğumuzun üzerine kabus gibi çökenler bilinçli yıllarımızı da elimizden almayı başaramayacaklar biz mutlu isek mutlu olmayı istediğimiz ve bunun için çaba harcadığımız için mutluyuz..."

Rez.

A-ada-ko: Ağaç dalı kompleksi



Bütün çağların trajedisi bu, Ku-ya-ra; "Kumda yatma rahatlığı." A-da-ko: 'Ağaç dalı kompleksi.' Şimdi kumda yattığım için kuyara diyorum.Daha da genişletilebilir.Kuyara, alışılmış tatların sürüp gitmesindeki rahatlıktır.Düşünmeden uyuyuvermek.Biteviye geçen günleri kolaylılığı.Ya adako? Ağaç dalındaki, gövdeden ayrılma eğilimini fark ettin mi bilmem ? Hep öteye öteye uzar.Gövdenin toprağa kök salmış rahatığından bir kaçıştır bu.Özgürlüğe susamışlıktır.Buna ben "ağaç dalı kompleksi" diyorum.Genç hastalığıdır.Çoğunlukla kuyara dişidir.Adako erkek.Pek seyrek cins değiştirdikleri de olur.Ağaç dalı kompleksine tutulmuş kişi tedirgindir.İnsanların ağaç dallarını budayıp gövdeye yaklaştırdıkları gibi, yakınları onun içindeki bu Adako'yu da budarlar.Onu gövdeden ayırmama için ellerinden geleni yaparlar.Kimi insana ne yapılsa yararı olmaz.Asi daldır o.Ayrılır.Balta işlemez ona.

Yusuf Atılgan-Aylak Adam

5 Nisan 2010 Pazartesi

Bunu bana yazdıran o herneyse...sustum!

ve belki hiç bir hiç bir zaman bilmeyeceğin bir kanat çırpınışının; gözümden çoğalacak bir karanlığın gizindeyim...
ve belki hiç bilmeyeceğin bir titreşimin kolları benim...
bu gizle suya, sabuna bulanacağım...
bu gizden yeni yeni kuşlar ve böcekler...
sese kavuşacak ilk çırpınışın yüzü..

ellerim kıvrımlarına dolduğunda
iç çekişin ve sen..
vardı var...varolan ve varoluşum... ve bu netame!
döndüm bir değil, döndüm iki değil, döndüm üç...
ve sarmaşık oldum...
yüzüne dolandım ve sonra hücrelerine...
çoğaldık...

bu gizle bilmem...
sarmaşık olur muyum bilmem...
ve bilmem deyişimin o tekinsiz tınısında bana gitme deyişinin sancısı var!

bu şarkı içimde çaldıkça sesim çıkar mı bilmem!
tümden gelip öte beriye uçan,kaçan varoluş tanelerim...
tüme varır mıyım bilmem...bilmem...bilmem...

4 Nisan 2010 Pazar

Manyetik Titreşim...IRM!

Paylaşımcı pisliğim...Dokunduklarımdan, hissettiklerimden, tattıklarımdan aldığım hazzı, başkalarının gözlerinde kıvılcım olup havai fişek gibi patlarken görmek veya hayal etmek buna inanmak, böyle olduğunu düşünmek hayatta beni güdüleyen mümkünse en yegane bişey...o yüzden böyle bıdı bıdılayıp duruyorum
işte orada, burada ve şurada...seviyorum...öyle ve böyle değil derken; hakiki ve netameli bir rüzgara kapılıp gidiyorum işte...Manyetik titreşim gibi bişey olsa gerek bu durum.

Eski Express ve Roll bugünün Bir+Bir dergisinin Mart sayısı oldukça renkliydi...Eric Cantona'dan Lhasa De Sela'ya, Mercedes Sosa'dan Vic Chesnutt'a...-arada üstünden zıpladıklarım var çünkü ben en nihayetinde konuyu Charlotte Gainsbourg'a getirmeliyim; bu manyetik titreşim muhabbetini ona bağlayacağım...

Çok güzel bir röportajı var...sadece onun değil..Tom Waits ile Charlotte'un albümü berabercene yaptığı Becks ile de deli bi muhabbet var.. alın,okuyun dergiyi işte...

Ebeveynlerinden bahsetmeyeceğim herkesin yaptığı gibi...Manyetik titreşimi, benim tüm derdim...

Bu hatun, IRM (Manyetik rezonansla görüntüleme) adında bi albüm yapmış...Beyin kanaması teşhisiyle ameliyatına müteakip MR çektirirken ortaya çıkan melodiler eşliğinde birtakım astral yolculuklar, tribal uçmalar yaşıyor; bu sarsıcı melankoli güdümünde, uykuların en tatlısına doğru yollara düşüyormuş...Manyetik rezonansla elde edilen görüntüler ve sesler fikri de, hafızadan, anılardan ve de ölümden söz eden bir albüme rengini verdi diyor sevgili Charlotte...

Beni de benden alarak bambaşka benlere sürüklüyor sevgili Charlotte...Hadi dinleyelim öyleyse...



Heaven Can Wait ilk videosu... onu da açın izleyin, mümkündür...

Paylaşella