24 Ağustos 2010 Salı

A m'arcord öncesi



Kafası karışık günlerin çocuklarıyız.Tramplenleri daha çok sevdik martılardan. Cilaladığımız gökyüzünü, denizleri, yemyeşil yamaçların köşebaşlarını daha az umursadık topraktan.terro incognita! ah o bilinmeyen topraklar...aslında tüm ilgilenmemiz gereken bu olmalıydı.terro incognita! ah o bilinmeyen topraklar...Tramplenleri daha çok sevdik martılardan.Hemencecik çocuklarıyız.Zıplayalım ve hemen güvendeyiz.Zıplayalım ve hemen güvendeyiz...Ellerimiz ter içinde.Bacaklarımı uzattığım her anın içine, en tatlı uykuma geçmeden önce yastığımın en tatlı ve serin köşesine usulca sokulduğum gibi sokuluyorum.Belli ki çekip çıkaracaklar beni, tüm o maaşlı sabah sekiz akşam beşlerin döngüsüne kurban gideceğim.Şimdi elimdeki dosyaları hızlıca gökyüzünü içine çekmiş bir şekilde dizayn edilmiş kırmızı vosvosa fırlattığımı düşündüm.Ve sonra iki ayak topuğumun da birbirine değecek şekilde zıplama haraketi yaptığımı.Belki hayatı tekrar sevdiğimi hatırlarım diye.Ama yine Amarcord! Hatırlıyorum.Gerçekten sevdiğim biri daha bana "ama vosvosla hız yapamazsın ki" demişti.Sola çevirdiğim başımın bu fikri hızlıca ötelediğini Amarcord! Hatırlıyorum...

Rez.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Le Bateau Ivre


Bundan dört sene önce bu şiiri ilk okuduğumda -ki yağmurlu ve esen kaldığım bir sonbahar günü olduğunu hatırlarsak eğer, içinde bulunduğumuza dakikaları lanetlemek için yeterlidir- "sarhoş bir gemi" gibi hissetmenin endoplazmik retikulumlarıma kadar içkin bir duygu olduğunu anımsayıp, kaldığım yerden devam etmiştim.
Rez.

Ölü sularından iniyordum nehirlerin
Baktım yedekçilerim iplerimi bırakmış;
Cırlak kızılderililer, nişan atmak için
Hepsini soyup alaca direklere çakmış.

Bana ne tayfalardan; umurumda değildi
Pamuklar, buğdaylar, Felemenk ve İngiltere;
Bordamda gürültüler, patırtılar kesildi;
Sular aldı gitti beni can attığım yere.

Med zamanları, çılgın çalkantılar üstünde,
Koştum, bir çocuk beyni gibi sağır, geçen kış
Adaların karalardan çözüldüğü günde.
Yeryüzü böylesine allak bullak olmamış.

Denize bir kasırgayla açıldı gözlerim;
Ölüm kervanı dalgaları kattım önüme;
Bir mantardan hafif, tam on gece, hora teptim:
Bakmadım fenerlerin budala gözlerine.

Çocukların bayıldığı mayhoş elmalardan
Tatlıydı çam tekneme işleyen yeşil sular;
Ne şarap lekesi kaldı, ne kusmuk, yıkanan
Güvertemde; demir, dümen ne varsa tarumar.

O zaman gömüldüm artık denizin şi'rine,
İçim dışım süt beyaz köpükten, yıldızlardan;
Yardığım yeşil maviliğin derinlerine
Bazen bir ölü süzülürdü, dalgın ve hayran.

Sonra birden mavilikleri kaplar meneviş
Işık çağıltısında, çılgın ve perde perde,
İçkilerden sert, bütün musikilerden geniş
Arzu, buruk ve kızıl, kabarır denizlerde.

Gördüm şimşekle çatlayıp yarılan gökleri,
Girdapları, hortumu; benden sorun akşamı,
Bir güvercin sürüsü gibi savrulan fecri.
İnsana sır olanı, gördüğüm demler oldu.

Güneşi gördüm, alçakta, kanlı bir âyinde;
Sermiş parıltısını uzun, mor pıhtılara.
Eski bir dram oynuyor gibiydi, enginde,
Ürperip uzaklaşan dalgalar, sıra sıra.

Yeşil geceyi gördüm, ışıl ışıl karları;
Beyaz öpüşler çıkar denizin gözlerine;
Uyanır çın çın öter fosforlar, mavi, sarı;
Görülmedik usareler geçer döne döne.

Azgın boğalar gibi kayalara saldıran
Dalgalar aylarca sürükledi durdu beni;
Beklemedim Meryem'in nurlu topuklarından
Kudurmuş denizlerin imana gelmesini.

Ülkeler gördüm görülmedik, çiçeklerine
Gözler karışmış, insan yüzlü panter gözleri
Büyük ebemkuşakları gerilmiş engine,
Morarmış sürüleri çeken dizginler gibi.

Bataklıklar gördüm, geniş, fıkır fıkır kaynar;
Sazlar içinde çürür koskoca bir ejderha,
Durgun havada birdenbire yarılır sular,
Enginler şarıl şarıl dökülür girdaplara.

Gümüş güneşler, sedef dalgalar, mercan gökler;
İğrenç leş yığınları boz, bulanık koylarda;
Böceklerin kemirdiği dev yılanlar düşer,
Eğrilmiş ağaçlardan simsiyah kokularla.

Çıldırırdı çocuklar görseler mavi suda
O altın, o gümüş, cıvıl cıvıl balıkları.
Yürüdüm, beyaz köpükler üstünde, uykuda;
Zaman zaman kanadımda bir cennet rüzgârı.

Bazen doyardım artık kutbuna, kıtasına;
Deniz şıpır şıpır kuşatır sallardı beni;
Garip sarı çiçekler sererdi dört yanıma;
Duraklar kalırdım diz çökmüş bir kadın gibi.

Sallanan bir ada, üstünde vahşi kuşların
Bal rengi gözleri, çığlıkları, pislikleri;
Akşamları, çürük iplerimden akın akın
Ölüler inerdi uykuya gerisin geri.

İşte ben, o yosunlu koylarda yatan gemi
Bir kasırgayla atıldım kuş uçmaz engine;
Sızmışken kıyıda, sularla sarhoş; gövdemi
Hanza kadırgaları takamazken peşine.

Büründüm mor dumanlara, başıboş, derbeder,
Delip geçtim karşımdaki kızıl semaları;
Güvertemde cins şaire mahsus yiyecekler:
Güneş yosunları, mavilik meduzaları.

Koştum, benek benek ışıkla sarılı teknem,
Çılgın teknem, ardımda yağız deniz atları;
Temmuz güneşinde sapır sapır dökülürken
Kızgın hunilere koyu mavi gök katları.

Titrerdim uzaklardan geldikçe iniltisi
Azgın Behemotların, korkunç Maelstromların.
Ama ben, o mavi dünyaların serserisi
Özledim eski hisarlarını Avrupa'nın.

Yıldız yıldız adalar, kıtalar gördüm; coşkun
Göklerinde gez gezebildiğin kadar, serbest.
O sonsuz gecelerde mi saklanmış uyursun
Milyonlarla altın kuş, sen ey Gelecek Kudret.

Yeter, yeter ağladıklarım; artık doymuşum
Fecre, aya, güneşe; hepsi acı, boş, dipsiz,
Aşkın acılığı dolmuş içime, sarhoşum;
Yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.

Gönlüm Avrupa'nın bir suyunda, siyah, soğuk,
Bir çukurda birikmiş, kokulu akşam vakti;
Başında çömelmiş yüzdürür mahzun bir çocuk.
Mayıs kelebeği gibi kağıt gemisini.

Ben sizinle sarmaş dolaş olmuşum, dalgalar,
Pamuk yüklü gemilerin ardında gezemem;
Doyurmaz artık beni bayraklar, bandıralar;
Mahkûm gemilerinin sularında yüzemem.


Arthur Rimbaud.

3 Ağustos 2010 Salı

"Gözlüğüm Yok" İnleyen Nameleri

gözlüğüm yok, gözlüğüm yok...
ve evet orada da gözlüğüm yok...
ve şurada da...
oysa ki çok alışmıştım sana.
bu kaçıncı gözlük...
bu kaçıncı telefon...

nerenden yaşıyorsun diye sordular,
cevap yok!
ama her ne isem kendimi kaybedemedim.

cevaplamadığım telefonlar,
yediğim sövüşler,
aldığım ah ulan ahlar var ama,
gözlüğüm yok.
benim diye bu evdeyim
ve karnım tok.

yeni pişmiş, yapılandırılmış külahın kokusunu bilir misin a çocuk?
yapılandırılmış külah nedir deyip geçmeyeceksin;
öyle bir ciddi bakacaksın hayata...
külah da yapılandırılıyor bu zamanda,
külah kafalar da.

diye çıldırırdı Rezzan Ersoy.

"İçindeki Tante Rosa'ya" serisi -2


Her şey özlenebilir.Her şey tutku konusu olabilir.Her şey aynı ölçüde kutsal ve aynı ölçüde aşağılık olabilir.Tutkular çevreye göre değişen şeylerdir.Evli kadınlar toplantısında, en temiz pak aile kadını olmaya özenen kadın, orospuların yanında en orospu olmayı niçin istemesin? Önemli olan istektir, hiçbir istek diğerinden soylu değildir, değildir, böyle düşünmüş olabilir Rosa gizliden.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

"İçindeki Tante Rosa'ya" serisi -1




Tante Rosa ansızın gerçekten sevindi.Demek hayat hala Sizlerle Başbaşa dergisindeki romanlar gibi "Süprizlerle Dolurydu!" Sonra yaşlanmış insanlar her şeyi birbirine karıştırdıklarından her şeye sevinebilirler.Artık yaşlanıyordu Tante Rosa Bu işin başka bir işten ne ayrıcalığı var? Bir adamın paltosu için para almakla bok için para almak arasında ne fark var? Bu da bütün insanca işler kadar pis.Günler geçiyordu bu uykuyla uyanıklık arasında.İnsan hiçbir şeylere aldırmamaya bir başladı mı.Ne kendi durumunu, ne de bütün durumları, üstünde durulmaya değer bulmadı mı? Bu bir kış uykusudur ki hiçbir yaz sökemez.Ne ışığı kapatıp uyuyor, ne okuyor, ne sevişiyor: Yatıyordu. Bazen yorgandan ayağını çıkarıp saatlerce bakıyordu. ayarın yıkarım ayaklarımı, yarın yıkarım, yıkamıyordu, ayaklarının az kirlendiğine şaşarak bakıyordu.İnsan geçmişini unutabilir.

Geçmişte hiçbir acıklı ya da sevinçli olay yaşamamış olduğunu sanabilir.Bütün bunlar bıkkınlık değildi, yorgunluk değildi.Bir insan gün boyu hela kapısının yanında pinekelrse ne yorulur, ne bıkar, bunlar yaşayanlar içindir.Tutamıyordu beynini, cümle yapmaktan alıkoyamıyordu.Arada sırada usanıyordu o da, pineklediği yerde düşünmekten.Pinekleyerek düşünmek gerçek düşünmek değildir biliyordu.Düşünce eylemlidir, bir eylem sonucu, ya da öncesidir.Yok böyle bütün gün pineklerken düşünmediğini biliyordu.Yine de cümleler yapıyordu beyni...

Paylaşella