7 Mayıs 2017 Pazar

"Büyük Gerileme Karşısında Neler Yapılabilir?" -1

Bizi yataklarımızdan çıkaracak, yüzümüzü geleceğe çevirecek, anlamsızlık ve dehşetle örülü yıkıntılar arasında tozu dumana katılmış geçmişin farkında olarak eyleme gücümüzü harekete geçirecek olan arzu, Nietzsche'nin romantik kötümserlik olarak ifadelendirdiği "derin ıstırap çeken, mücadele eden, eziyet gören; en kişisel ve hususi olanı, ıstırabının nevi şahsına münhasırlığını yasa ve zorunluluk haline getirmek isteyen; her şeyin üzerine kendi suretini, çektiği işkencenin imgesini basarak, nakşederek, dağlayarak öcünü alan kişinin zorba istenci" olmayacak. Bizi sokağa çıkaracak, mücadele ve direnme gücü verecek, gidecek bile olsak gidene kadar yaşama kudreti verecek olan arzu "Nietzsche'nin de çağırdığı Dionysosçu kötümserlik- "yıkmaya, değişime, yeni olana, geleceğe, oluş'a yönelik arzu" olacak...  (http://www.e-skop.com/skopbulten/pasajlar-dionysoscu-kotumserlik-romantik-kotumserlige-karsi/872)


Nesnesini ve İsmini Arayan Semptomlar
Zygmunt Bauman
Bir trompet sesi duydum ve uşağıma anlamını sordum. 
Hiçbir şey bilmiyordu ve hiçbir şey duymamıştı. Kapıda
beni durdurup sordu: "Efendi nereye gidiyor?" "Bilmiyo-
rum." dedim, "buradan gitmeliyim, buradan gitmeliyim
   sadece. Buradan gitmeliyim, gerisini de bilmem, ancak öy-
  le amacıma ulaşabilirim." "Yani amacınızı biliyorsunuz?" 
   diye sordu. "Evet," diye cevap verdim. "Söyledim ya. Bu- 
                                    radan gitmeliyim - amacım bu." [1]
         GİTGİDE BÜYÜYEN BİR KİTLE trompetleri duyup yerinde duramayacak hale gelir ve kaçmaya başlarsa, iki soru sorulur ve sorulmalıdır: Bu insanlar nereden kaçıyor? Ve bu insanlar nereye kaçıyor? Hizmetkârlar, efendilerinin bunu bileceğini düşünür ve Kafka'nın da dediği gibi varış noktasını sorar, bu konuda ısrarcı olurlar. Ancak efendiler, en azından tedbirli ve sorumluluk sahibi, en önemlisi ileri görüşlü olanlar (Paul Klee'nin / Walter Benjamin'in Tarih Meleği'nin acı hikâyesinden ders çıkarmaya hazır olanlar: Bilindiği üzere kendisi, önünde yıkıntılar göğe yükselirken, sırtını dönmüş olduğu geleceğe doğru karşı koyamadığı bir şekilde sürükleniyordu; gözleri geçmiş ve bugünün onu iten, neredeyse elle tutulur anlamsızlık ve dehşetine dikiliydi ve varış noktasını ancak hayal ya da tahmin edebiliyordu), genel olarak net bir cevap vermekten kaçınırlar, en fazla "nereden" sorusunu açıklamaya çalışmakla yetinmek isterler. Kaçmak için haddinden fazla sebepleri olduğunun, ancak sırtları Büyük Bilinmeyen'e dönük olarak koştuklarının ve ellerinde varış noktasını sezebilecekleri pek ipucu olmadığının farkındadırlar. Ancak bu cevap hizmetkârları şaşkına çevirecektir. Endişe ve öfke duygularını, panik ve gazap seviyesine çıkaracaktır. 
         Bugün, yakın zamanlara kadar -kriz tehlikelerine direnme ya da çözüm üretme konusunda mükemmel olmasalar da- etkili saydığımız çarelerle tedbirlerin vadelerinin dolduğunu ya da dolmak üzere olduğunu hissediyoruz. Ancak yerlerini ne ile dolduracağımıza dair pek fikrimiz yok. Tarihin insanlar tarafından yönetileceği umudu ve bunun getirdiği kararlılık, insan tarihinin peşpeşe sıçrayışları, beklenmezlik ve denetlenemezlik bakımından doğal felaketlerle yarışır hale gelip hatta onları aşınca, tamamen yok oldu. 
           Eğer "ilerleme"ye hâlâ inanıyorsak (ki asla kaçınılmaz bir akıbet değil), şimdi ona nimetle lanet karışımı bir şey olarak bakıyoruz, lanetleri gitgide artarken nimetleri hem daha az hem de daha seyrek hale geliyor. Atalarımız, yakın dönemlerde bile, geleceği umutlarını yatırmak için  en güvenli ve en vaatkâr yer olarak görürdü; oysa biz geleceğe öncelikle korku, endişe ve kaygılarımızı yansıtıyoruz: iş bulmanın gitgide zorlaşacağı, düşen gelirlerin bizim ve çocuklarımızın yaşam fırsatlarını azaltacağı, toplumsal statümüzün iyice kırılganlaşacağı, ömür boyu elde ettiğimiz her şeyin geçici hale geleceği, elimizde bulunan mücadele araçları, kaynakları ve becerilerinin karşımıza çıkan zorlukların ağırlığına kıyasla giderek yetersiz kalacağına dair korku, endişe ve kaygılarımızı... En önemlisi, hayatlarımız üzerindeki kontrolümüzün gitgide azaldığını hissediyoruz - kim olduğunu bilmediğimiz, bizim ihtiyaçlarımızı önemsemeyen, hatta belki düpedüz hasmane ve zalim oyuncularca oynanan bir satranç maçında ileri geri hareket ettirilen, onların hedefleri uğruna rahatça harcanabilecek piyonlara dönüşüyoruz. Çok da uzun olmayan bir süre önce daha fazla rahatlık ve daha az zahmet ile özdeşleştirdiğimiz gelecek, bugün tüyler ürpertici tehlikeler getiriyor aklımıza. Vazife için yetersiz ve ehliyetsiz olarak tanımlanmak veya sınıflandırılmak, değer ve haysiyetten mahrum bırakılmak ve böylece marjinalleşmek, dışlanmak, toplumun dışına atılmak...

 [1] Franz Kafka, "The Departure", The Collected Short Stories of Franz Kafka, Londra: Penguin, 1988, s. 449.

[Metis yayınlarından çıkan Heinrich Geiselberger'in derlediği "Büyük Gerileme: Zamanımızın Ruh Hali Üstüne Uluslararası Bir Tartışma adlı kitabında  Zygmunt Bauman'ın, "Nesnesini ve İsmini Arayan Semptomlar" başlıklı yazısından seçilmiş pasajlar, s. 30-32]


Paylaşella