21 Aralık 2015 Pazartesi

post-it denemeleri










kelimeler, 
albayım.-- küçük bıçak darbeleri olacaktır hep zamanın ve nevzühur edecektir her savaşın sonunda. [nevzühur yerine zıpçıktıyı kullanacak değilim, bir çay sohbetinde belki. nevzühur geçenlerde hatırlamadığım bir yerlerde karşılaştığım kendini bilen, vakur duruşuyla beni cezbetmiş bir kelime... bazı kelimeleri zulaya atıp, ilk fırsatta kullanacağımız günü pusuda beklerken kendimizi bulabiliriz ve heyecanlı bir bekleyiştir.]



je déteste.-- delicesine sevilme ve onaylanma isteği statükoyu çağırır ve yeniden üretir tiksinerek baktığımız, her gün bıkmadan usanmadan taşladığımız kan emici gerçekliği. hiç bitmeyen  beğenilme ve her koşulda dikkate alınma hevesiniz egonuz ve kırılganlığınızla harman olup kelimelere tecavüz eder. cümleleriniz o kadar örselenmiş ve yaralanmıştır, o kadar kırılgandır ki  öfkeli ve fikrini yeniden inşa etmek isteyen okuyucunun ya da dinleyicinin beyninde titreşen frambuazlı bir jöleye dönüşür. söylediklerinizin yıldırım gibi düşmesini yeğlerdiniz; olmadı, olamadı. geçmişler olsun...





diye düşündü.-- "nezaket de çoğu erdem gibi bilginin bilgisizliğinden geliyor." nezaketin ezgisi anlamının ağırlığını taşıyamaz ama bu cümlede taşır gibi geliyor. [emine ayhan'a teşekkürler.] muktedirlerin, korkakların, haklı, komik ve iğneleyici olma fetişleriyle dolup taşmış köşe yazıları ve cümbüş masalarından çıkmış, şablonlara sığınmış yargılayıcı sözcükler, devletin askere göndermeden evvel saçları kesmek suretiyle kullandığı makasa benziyor.
o makasları silah olarak kullanan içine devlet kaçmış arkadaşlar, meslektaşlar, sevgililer, ebeveynler, akrabalar, hocalar, patronların ellerinden alalım, diye düşündü duhter-i rez.



artık değilsin.-- "Yaşamak ilerlemek olamaz, diye düşünüyor Cemil, ama geride bırakmak olabilir.Yeniden karşımıza çıkacaklarını bilsek bile; ani atakları, geçmişe dönüp sorduğumuzda her fırsatta "savaştı" diye cevap veren ve kulaklarımızı tırmalayan inatçı yankıyı, etrafımızda konuşlandırılan çitleri, her fırsatta kelepçelenip karşısına çıkarıldığımız kanaat önderleri ve karar mercilerini de geride bırakarak yaşamaya devam edebiliriz...çünkü hakikati yaşayanlar bilirler ki ilerlediğini sananlar aptallar ve hazımsızlardır.


amor fati








Susan Sontag'ın günlüklerinde bugün konu dönüp dolaşıp ölüme geldi:"Ölüm hakkında süregelen nevrotik kaygımın en mantıklı cevabı: Ölüm yok oluştur- her şeyin (organizma, olay, düşünce, vs.) bir biçimi, bir başlangıcı ve sonu var- ölüm de doğum kadar doğal- hiçbir şey sonsuza kadar sürmez, sürmesini de istemeyiz- Ölünce öldüğümüzü bile bilmeyiz, dolayısıyla yaşamayı düşün! Hayattan talep ettiğimiz şeyleri denemeyimlemeden ölsek bile, öldüğümüzde artık fark etmeyecek- yalnızca şu anı kaybederiz- hayat yataydır, dikey değil- biriktirilemez, dolayısıyla yaşa, sürünme." 

ölümü düşünmek aslında "hiç"i düşünmekti Susan, şöyle ki: "canlı bireyin özünün değil varoluşunun sonlanışı olarak ölüm onun için bir hiçtir ve onun bilincine hiç bir kavram sunamaz. Başka bir deyişle bir hiçlik olan ölümü düşünmek bir hiçten ibarettir." http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=21,234,0,0,1,0

ölümün bende "nevrotik bir kaygı" olarak belirmesi çocukluğumda sabah ezanlarının fütursuzca en az beş imam tarafından primatları yataklarından fırlatmak suretiyle okunmasıyla ortaya çıkmıştı, neyse ki geçti.

17 Ağustos 1954'te eşi Susan Sontag'tan ananaslara süzme peynir eklemesini istiyor. Ben de bunu fırsat bilerek Buca ilçemizde ananaslı pizza yapan bir mekanı anıyor ve ananasları rahat bırakalım diyorum. rica edicem artık ananasları deneyselliğimize karıştırmayalım, onlar bunu hak etmiyor.

[aceleci bir paylaşım oldu, günlüğü kurcalayıp izlenimlerimi aktarmaya devam edeceğim.]       
                                                                                      Liebe Grüsse.

Paylaşella