22 Aralık 2013 Pazar

Uluslararası İlişkiler disiplininin ana akım teorileriyle zehirlenenlere...

Uluslararası İlişkiler disiplininin ana akım teorileriyle zehirlenen sevgili öğrencilere ve hocalarımıza üşenmedim; Dostoyevski'den  uzun, uzun selamlar getirdim. Çok sevdiğim felsefeci ve edebiyatçı bir arkadaşımın da dediği gibi: "Bir disiplinden, akımdan, vs'den edebiyata değil, tam da edebiyattan bir bilgi veya düşünce alanına gitmek gerektiğini düşünüyorum."


                                                              Записки из подполья




"Lütfen söyler misiniz, insanların gerçek çıkarlarını bilmemeleri yüzünden kötülük yaptıklarını ilk kez kim ortaya attı, kim böyle akıllıca bir söz etti ? Sözümona, insanoğlunun kafası aydınlanır, gerçek çıkarları gözlerinin önüne serilirse, burnunu kirli işlere sokmaktan geri durarak, bir anda soylu, temiz yürekli biri olur çıkarmış. Bunun nedeni de zihninin aydınlanıp gerçek çıkarlarını yalnız ve yalnız iyilik yapmakta görmesiymiş. Hiç kimse bile bile kendi aleyhine hareket edemeyeceğine göre, tek çıkar yol iyilik yapmakmış... Hey gidi çocuk; saf, temiz yürekli bebek! Dünya kurulalı beri insanların yalnız kişisel çıkarlarına göre davrandıkları görülmüş müdür ? İnsanların bile bile, yani gerçek çıkarlarını çok iyi anladıkları halde, bunları ikinci plana itip kimsenin zorlamadığı başka yollara, bir sürü karışık, tehlikeli işlere atıldıklarını gösteren milyonlarca örneğe ne demeli ? Evet, insanlar kendilerine gösterilen yolun tam tersine, canlarının istediği yöne yürümüşler, akıl almaz, çetin, neredeyse karanlık yollarda yürümek için direnmişlerdir.Dik kafalılık, direnmek onlara çıkarlarından daha tatlı geliyor, anlaşılan...Çıkar! Nedir bu çıkar denen şey! İnsanoğlunun çıkarının nerede olduğunu kesinlikle belirleyebilir misiniz ? Biri tutar, çıkarını, kendisi için iyilik değil de kötülük istemekte görürse, hatta böyle yapmak zorunda kalırsa, buna ne demeli ? Ya bir de her zaman böyle yapmak zorunda kalırsa, buna ne demeli ? Ya bir de her zaman böyle oluyorsa, o büyük kuralın ne değeri kalır ? Ne dersiniz, böyle bir şey olabilir mi ? Gülüyorsunuz, demek ? Gülün, ama önce şu sorumu yanıtlayın: İnsanoğlunun çıkarları tam olarak sayıca belirlenmiş midir ? Aralarında hiçbir sınıflandırmaya girmeyenler, giremeyenler yok mudur ? Bildiğime göre, değerli okurlarım, insanların çıkarlarıyla ilgili listeyi istatistik rakamları ile ekonomik formüllerden ortalama bir hesapla çıkarmışsınız. Sizin çıkarlar listenizde refah, özgürlük, rahatlık gibi şeyler var; bunlara açıkça bile sırt çeviren biri çıksa siz- elbette ben de- onu kara cahilin, zır delinin biri olarak görmez miyiz ? Ne tuhaftır, istatistikçiler, bilginler insanoğlu için birtakım hesaplar yaparken çıkarlardan birini her seferinde gözden kaçırırlar, hatta bunu yanlış biçimiyle hesaba katarlar; oysa her şey bu önemsenmeyen çıkara dayanmaktadır. Tutup bu çıkarı da listemize eklesek ne olurdu sanki! Asıl felaket, bu anlaşılması güç çıkarın hiçbir sınıflandırmaya girmemesi, hiçbir listeye sokulmamasındadır.
Bakın, benim bir dostum var...O, yalnız benim değil sizin de dostunuzdur, beyler; onunla dost olmayan yoktur! Bu kişi bir işe başlamadan önce akıl, mantık yollarına göre nasıl davranması gerektiğini açık, tumturaklı bir dille anlatır size.Bununla da kalmaz, bir insanın normal, gerçek çıkarlarından çoşkuyla, tutkuyla söz ederek, ne kendi çıkarlarını ne de erdem denen şeyi anlayan miyoplarla acı acı alay eder. Arkasından bir çeyrek saat bile geçmez ki, ortada değişiveren bir durum, bir sebep yokken, bütün çıkarlarını hiçe sayan bir içgüdüyle, eskisinin tam tersi bir yol tutar; artık ne mantık kuralları kalmıştır, ne kendi çıkarları, ne de başka bir şey... Şunu da ekleyeyim, "dostum" demekle genel bir anlam kastettiğim için, bu döneklikte yalnız bir kişiyi suçlamak bir zordur. Bakın size ne söyleyeceğim, beyler: Acaba insana en üstün çıkarından daha değerli gelen bir şey ya da (mantık çerçevesinde kalmak için) son derece yararlı, (demin hiçbir listeye girmediğini söylediğim) başka bir çıkar yok mudur ? Bu öyle bir çıkar olsun ki, bütün öbür çıkarlara göre daha ön planda, daha çekici gelsin insana; bu en büyük, en değerli çıkarı elde edebilmek için, insanoğlu, gerekirse her türlü kuralı hiçe sayarak, mantığa, onura, huzura, refaha, kısacası bütün güzel ve yararlı şeylere aykırı düşen bir yol tuttursun. "Öyleyse ortaya yine bir çıkar vardır," diyerek sözümü keseceksiniz.
İzin verin, şimdi size her şeyi anlatacağım. Laf cambazlığı değil bizim işimiz, asıl anlatmak istediğim, sözü geçen çıkarların bütün sınıflandırmalarınızı bozması, kişilerin mutluluğu için çırpınan insanseverlerin koyduğu dizgeleri (sistemleri) darmadağın etmesidir. Kısacası her şeye engel olmaktadır bu çıkar. Fakat bu çıkarın ne olduğunu söylemeden önce, kendi adını kötüye çıkarmak pahasına da olsa, şunu çekinmeden belirteyim ki, bütün bu kusursuz dizgeler; insanların, rahatlarını elden kaçırmamak için, bir anda, iyi ve uysal varlıklar olacakları yolundaki bütün bu çıkar kuramları (teorileri) bence şimdilik bir varsayımdır.
Evet, efendim, bir varsayımdır ancak. İnsan soyunun  gene kendi çıkarları yoluyla düzeltilmesi kuramının (teorisinin) kabulü, bence, en azından uygarlığın insanoğlunu yumuşattığını, o nedenle de onları daha az acımasız, daha az savaşçı bir duruma getirdiğini ileri süren Buckle'ı onaylamak demektir.O, kendi mantığıyla böyle bir sonuca varmış olabilir. Ama insanlar dizgelere, birtakım soyut kavramlara öylesine düşkündürler ki, salt mantıklarını haklı çıkarmak için gerçekleri bile bile değiştirmeye, gözlerini kapayıp  kulaklarını tıkamaya razıdırlar. Bunu gerçekten anlaşılması kolay bir örnek olduğu için aldım. Çevrenize şöyle bir bakın! Kan gövdeyi götürüyor, hem de şampanya gibi bütün neşesiyle akıyor. İşte size Buckle'ın de yaşadığı 19.yüzyıl! İşte büyük Napolyon ve bugünkü Napolyon!..İşte Kuzey Amerika'nın sonsuz birliği! Ve işte size karikatüre benzeyen Schleswig-Holstein Prensliği!... Uygarlık neyimizi yumuşatmış, anlayalım! Duygularımızın türlerini çoğaltmaktan başka bir işe yaramamıştır uygarlık. Duygularının çeşitliliği yüzünden, insanoğlu korkarım, kan dökmekle bile zevk aramaya kadar varacak. Üstelik böyle bir felaket insanlığın başına çoktan beridir gelmiş bulunuyor. Cana kıyıcılıkta büyük notalık gösterenlerin uygar kimseler olduklarına hiç dikkat ettiniz mi ? Atillaların, Stenka Razin'lerin ustalıkta eline su dökemeyecekleri bu baylar, gene de Attilalar, Stenka Razinler kadar göze batmıyorlarsa, bunun tek sebebi böylelerine sık sık rastlanması, görüle görüle bir alışkanlık haline gelmeleridir. Uygarlık sonunda insanlar daha çok kan dökücü olmadılarsa bile en azından daha kötü, daha iğrenç birer cana kıyıcı olmuşlardır. Eskiden hak uğruna kan dökülür, istendiği kadar insan iç huzuruyla öldürülürdü; çağımızda kan dökmeyi iğrenç bir davranış saydığımız halde yine de bu iğrenç işle uğraşmaktayız, hem eskisinden daha çok. Hangisinin daha kötü olduğuna varın kendiniz karar verin. Kleopatra (Roma tarihinden örnek aldığım için beni bağışlayın) odalıklarının memelerine altın iğneler batırmayı sever, onların çığlıklarından, kıvranmalarından zevk alırmış. Şimdi siz tutucak, bana bunların çok eskiden, barbarlık dönemlerinde geçtiğini; şimdi insanlar birbirlerini- mecazi anlamda- iğnelediklerine göre, şimdi bile barbar bir çağda yaşadığımızı; bugünün insanlarının barbarlık çağlarına oranla her şeyi daha açık seçik görmeyi öğrenmiş olmakla birlikte, henüz mantığın ve bilimin buyurduğu biçimde davranmayı beceremediklerini söyleyeceksiniz. Birtakım eski, kötü alışkanlıklar ortadan kalktıktan sonra, bir de sağduyu ve bilim huylarını kökünden değiştirirse, insanların çok şey öğreneceğine saplanmıştır kafanız. İnsanların o zaman yanılmaktan vazgeçeceklerine, başka bir deyişle isteklerini çıkarlarıyla ters düşürmeyi istemeyeceklerine yüzde yüz inancınız var. Ayrıca, insanların bilimden çok şey öğreneceğini (gerçi bu bence lükstür); insanların gerçekte hiçbir zaman iradelerinin, kaprislerinin olmadığını; bu yaratıkların ancak bir piyano tuşu ya da org içindeki bir vida kadar değer taşıdıklarını söyleyeceksiniz. Bundan başka, insanlar yeryüzünde doğa yasalarının hüküm sürdüğü, yaptıkları her şeyin isteklerine göre değil, bu yasalara göre oluştuğu gerçeğini öğreneceklerdir. Şu halde, bize yalnızca bu yasaları bulmak kalıyor; insanlar böylece davranışlarından sorumlu olmayacakları için yaşamak da kolaylaşacaktır. Bundan sonra bütün davranışlar, matematik yoldan, 100.000'lik logaritma çizelgeleriyle hesaplanıp takvimlere geçirilecek; hatta zamanımızın ansiklopedik sözcükleri cinsinden yararlı yayınlar bile çıkacaktır. İçinden her şeyin büyük bir kesinlikle hesaplanıp belirtildiği bu yayınlar sonunda yeryüzünde ne yanlış bir davranış, ne içi boş bir serüven kalacaktır.
İşte o zaman (bunlar hep siz söylüyorsunuz) gene matematik kesinlikle hesaplanmış, hazır, yepyeni bir iktisat düzeni kurulacak yeryüzünde. Bütün yanıtlar önceden bulunmuş olacağı için ortada soru diye bir şey kalmayacak. Sırçadan bir köşk kurulacak. Kısacası, Anka Kuşu uçup gelecek... Kuşkusuz o zaman, (bunu şimdi ben söylüyorum) yaşamanın, son derece sıkıcı olmayacağı konusunda kimse güvence veremez, (çünkü her şey çizelgelere göre hesaplanınca bizlere ne kalır!) buna karşılık her davranış mantık çerçevesinde yapılacaktır. Can sıkıntısından neler neler uydurmaz! Zaten altın iğneler de can sıkıntısından batırılmaktadır, daha bu kadarıyla kalınsa çok iyi. İşin kötüsü, (bunu da gene ben söylüyorum) bakarsınız, altın iğnelerin batırılmasına sevinenler bile çıkar. Çünkü insanoğlu ahmak bir yaratıktır, hem de görülmemi bir derecede...Daha doğrusu ahmak değil de nankördür, eşine rastlanmayacak kadar nankördür. Çünkü, sözün gelişi, insanlar demin anlattığım mantık düzeninde yaşayıp giderlerken, bayalığı yüzünden okunan, daha doğrusu gerici, alaycı bir beyefendi ansızın ortaya çıkıp ellerini böğrüne dayayarak, hepinize, "Ne dersiniz beyler, şu mantıklılığa bir tekme vurup bütün logaritmacıları bir anda cehennemin dibine yollasak da, gene eskisi gibi ahmakça, başımıza buyruk yaşasak nasıl olur?" diye bağırırsa hiç şaşmam! Onun böyle bağırması gene neyse, ama o kişinin peşinden sürüyle geleceklerin çıkması insanın zoruna gider. İşte biz insanların yapısı budur! Bütün bu olanlar, bakın, ne denli önemsiz, sözü edilmeye değmez bir sebebe dayanmaktadır: İnsanoğlu- her zaman, her yerde, kim olursa olsun-mantığının ve çıkarlarının buyurduğu gibi değil de, gönlünün çektiği gibi davranmıştır, çıkarlarımızla çatışan şeyler de isteyecektir, hatta bazen bütünüyle böyle olmalıdır (bu benim düşüncem). Bağımsız, sınır tanımaz isteklerimiz, en azgınına kadar kaprislerimiz, bazen çılgınlık derecesine varan hayallerimiz art arda gelecektir... İşte size hiçbir sınıflandırmaya girmediği için unutulan, bütün dizge ve kuramları allak bullak eden, öbür çıkarların başında bulunması gereken çıkarın ta kedisi Kimi bilgin kişiler insanlara birtakım normal erdem sınırlarını taşırmayan isteklerin yeteceğini de nereden çıkarırlar! Ne diye bizlerin yalnız ve yalnız mantık ve çıkarlarımıza uygun şeyler istememiz gerektiğini ileri sürerler! İnsanlara gerekli olan tek şey sonunun neye varacağı, neye mal olacağı bilinmeyen başıboş isteklerdir. Bu istek dedikleri de..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Paylaşella