22 Haziran 2013 Cumartesi

"Duy şimdi, nasıl kötü kalpli olduğunu onun."


                                                 

Gitme hayallerimin örselendiği bir zamandan geçiyorum bu aralar. 68 kuşağının bir parçası olma düşümden 24 gün uzağım. Zamanım ve merakım ile barışığım. İkisi karşıtlığa düşünce kendini hep tekrar eden bir yabancılaşmaya hapseder seni. Artık öyle değil ve  işte bu yüzden, sırf bu yüzden işte ölümden çok yaşama yakın olduğumuz için, bizi bu denli bir araya getirdikleri için. yaşamımızın gizini veriyor bu direniş.evet, gerçekten de öyle. Teşekkürler Destina...

Devrim heyecanıyla elime tekrar Minima Moralia'yı alınca "Duy şimdi, nasıl kötü kalpli olduğunu onun." adlı yazısı gözüme çarptı Adorno'nun. Siz de okuyun diye üşenmedim yazdım. Negatif diyalektik afiyetler dilerim...



"Duy şimdi, nasıl kötü kalpli olduğunu onun."

"Beklenmedik ve ciddi bir kazada yaşamlarını yitirme tehlikesi geçirenler, olayı sonradan anlatırken, o sırada hiç korku duymadıklarını söylerler çoğu kez. Genel dehşet özel olarak onlara yönelmiyor, sadece bir şehrin sakini olarak, büyük bir topluluğun üyesi olarak etkiliyordu onları. Sanki onları aslında ilgilendirmeyen, arızi ve deyim yerindeyse cansız bir yazgıya razı olmuşlardır. Korku yokluğu, psikolojik yönden, ağır bir darbe karşısında korku duymaya hazırlıklı olmamakla açıklanır. Mutlak duyarsızlığa çok benzeyen bir sakatlık vardır, kazada gözlemci gibi kalanın özgürlüğünde. Beden gibi ruhsal organizma da çapı kendisiyle orantılı deneyimleri algılamaya yatkındır. Deneyimin konusu bireye oranla fazla büyüdüğünde birey de onu deneyimlemek yerine sezgisel bilgiden tümüyle kopuk kavramlarla doğrudan doğruya kaydeder: Yaşanan, dışsal bir şeydir artık, ölçülemeyen, karşılaştırılamayan bir şey: Facia ona karşı nasıl kayıtsızsa, o da ona öyle kayıtsızdır. Ahlaki alanda da buna benzer bir durum görülür. Kabullenilmiş normlar açısından pek makbul sayılmayan davranışlar gösteren, örneğin düşmanından öç almaya gönül indiren ya da ona acımayı reddeden bir kişinin içten gelen bir suçluluk duygusu hissetmesi de zordur; ancak kendini zorlayarak suçluluk duyabilir böyle bir insan. Bu durum ahlakın politikadan koparılması anlamına gelen devlet çıkarı doktriniyle ilişiksiz değildir. Kamusal işlerle özel varoluş arasındaki mutlak karşıtlık da böyle kurgulanır. Büyük bir suç çoğu zaman basit bir konvansiyon ihlali olarak görünür bireye. Bunun tek nedeni, çiğnenmiş normların düpedüz konvansiyonel ve kireçleşmiş olması ve birey açısından bir bağlayıcılık taşımaması değildir. Bu normların nesnelliği, temelde bir tözsel içeriğe dayandıklarında bile, onların ahlaki duygulanımların uzağında, vicdan alanının dışında tutmak için  başlı başına yeterli bir nedendir. Oysa bazı tikel tatsızlık ve kabalıklar, ola ki başka kimsenin fark etmediği hata mikro-organizmaları- örneğin bir yemek davetinde sofraya herkesten önce oturmak ya da bu sadece akşam yemeklerinde yapıldığı halde bir çay davetinde konukların oturacağı yerlere adlarını belirten kartlar koymak-- bu türden önemsiz ayrıntılar, kuralı bozmuş olan kişinin yeise varan bir pişmanlığa boğulmasına, vicdanında bir kara lekenin belirmesine neden olur ve bazen de bu bunları kendine bile itiraf etmesini önleyecek kadar yakıcı bir utanç duygusuna yol açar. Herhangi bir soylu yanı yoktur bunun, çünkü utanca kapılan kişi, gayri insani davranışlara hiçbir itirazı olmayan toplumun tam da bu yüzden yakışıksız davranışları hoş görmediğini çok iyi biliyordur: Metresini kapı dışarı eden ve böylece ne kadar değerli bir insan olduğunu kanıtlayan adam mutlaka toplumun onayını alacak, iyi bir çevreye mensup ama biraz fazla genç olan bir kızın elini saygıyla öptüğündeyse alay konusu olacaktır. Ancak, bu fazla lüks ve narsisistik tasaların bir ikinci yönü daha vardır: Nesnelleşmiş düzene çarpıp geri dönen deneyim için birer sığınaktırlar. Özne, hatalı ve doğru davranışın bu ufacık ayrımlarına uyup böylece geçer not alabilir; ama ahlaki suç karşısındaki kayıtsızlığında, kişisel karar yeteneksizliğinin kararın nesnesiyle doğru orantılı olarak arttığını sezmesinin de payı vardır. Kavgalı ayrıldığı sevgilisine yine telefon etmediği için onu gerçekten ortada bırakmış olduğunu sonradan akıl eden insanın durumunda komik bir yön vardır; Portici'nin dilsiz kızını anımsatır. Cinayet gazetelerde çıkanlara o kadar benzer ki, "diyor polisiye yazarı Ellery Queen bir romanında, "sizin başınıza hiç gelmeyecek gibidir. Gazetede veya bir detektif romanında karşınıza çıkar, sizde iğrenme veya sempati duyguları uyandırır. Ama bir anlamı yoktur. "Bu yüzden Thomas Mann gibi yazarlar da haber olmuş bütün faciaları- tren kazasında aşk kırgını kızın işlediği cinayete kadar- en sakil yönleriyle betimlemişlerdir: Onun şiirsel bir konuyu ilişkin kılarak, aksi halde bir cenazenin aşırı tantanalı ciddiyetinin yol açacağı o bastırılmaz kahkahayı kendileri üretmeyi deniyorlardır, tıpkı şeytan çıkarır gibi. Buna karşılık, en ufak münasebetsizlikler de onlara gülüp geçmeden iyi ya da kötü olmamıza izin verdikleri için o kadar önemlidirler.- bu noktada ciddiyetimiz biraz aldatıcı da olsa. Böyle densizlikler, ahlak duygusunu derimizde hissetmemizi - kızardığımız zaman- ve onu özneye bütünleştirmemizi sağlar; o özne ki, kendi içindeki devasa ahlak yasasına yıldızlı gökyüzünün zayıf bir taklidinden ibarettir. Böyle olayların temelde ahlaka ilişkin olmayan bir içerik taşıması, öte yandan içten gelen iyiliksever tepkilere ve herhangi bir düstura dayanmayan bazı insanca duygudaşlıklara da her şeye karşın rastlanıyor olması, edepli davranışın değerini azaltmaz. Çünkü iyicil tepki yabancılaşmaya hiç kulak asmadan dosdoğru geneli ifade ederken, öznenin de kendine yabancılaşmış olduğunu, çok kendine ait saydığı ahlaki buyrukların- iyi bir yurttaş olarak- aslında sadece bir taşıyıcısı olduğunu kolayca açığa vurabilir. Oysa ahlaki tepkileri tümüyle dışsal olana- fetişleşmş adetlere- cevap veren kişi içsel ve dışsal arasındaki aşılmaz ayrılığın sıkıntısını yaşar ve üstelik bu taşlamış ayrıma sımsıkı bağlı kalırken, böylece kendini ve deneyiminin hakikatini feda etmeksizin geneli kavrama imkanını elde eder. İçselle dışsal arasındaki uçurumu daha da vurgulayan davranışları, bu ayrımın aşılmaya başladığı noktaya da işaret ediyordur. Dahası, manomanyak kişinin davranışlarını haklı çıkaran şey çoğu zaman kendi nesnesidir. Yanlış ve sahte yaşamın bütün erişilmez sorunları, monomanyakın o tuhaf ve saplantılı dikkatinin toplandığı toplumsal adap alanında da kendilerini gösterir ve onu yine bütünle uğraşmak zorunda bırakırlar; şu farkla ki, bu alanın dışındayken onun erişemeyeceği bir noktada duran çatışkının burada paradigmatik bir model içinde her yönüyle ve özgürce işlenmesi mümkündür. Buna karşılık, tepkileriyle toplumsal gerçekliğe uyum gösteren kişinin özel dünyası tümüyle şekilsizdir, çünkü ona kalıbını veren şey sadece iktidar ilişkileridir. Dış dünyanın gözetiminden kaçarak kendi benliğinin genişleyen çemberi içinde rahatladığı anda zalim ve kaba davranmaya yatkındır. Uzaktakilerin ona dayattığı bütün disiplinin, dolaysızca vurulmuş saldırganlığın gerektirdiği bütün feragatin öcünü o da en düşmanlarına karşı saygılı ve dostça davranır, ama dostane ortamlarda bir taş yüreklilik ve kızgınlık anıtına dönüşür.Öz-korunum olarak uygarlığına ona insanlık olarak uygarlığı dayatmadığı anlarda , bu ikinci uygarlığa karşı bütün kızgınlığını açığa vurur ve kendi "ev, aile ve cemaat ideolojisini yine kendisi yine kendisi çürütür. Mikrolojik ahlaki miyopluğun savaştığı da budur. Şekilsiz samimiyet ve gevşeklik, sadece şiddet için bir bahanedir onun açısından: Sonradan rahat rahat tatsızlaşabilmek için başvurulan bir nezaket gösterisi. Samimiyet alanının kılı kırk yararcasına tartar ve eleştirir, çünkü samimilikler onun öznelliğinin bir koşulu olan ötekinin tartıya gelmeyecek kadar hassas aylasnı ihlal ediyor ve yabancılaştırıyordur. Yabancılık ancak komşunun mesafesini tanımakla hafifletilebilir: Bilince dahil edilebilir. Oysa başlangıçtan beri hiç değişmeden sürüp giden bir yakınlık varsayımı, yabancılığın düpedüz yadsınması, haksızlığı hiç azaltmadan öbür uca götürür. Ötekinin tikelliğini ve dolayısıyla insanlığını pratikte olumsuzluyor, onu "bizden biri" sayıyor ve mülkiyet envanterine katıyordur. Dolaysızlığın kendini ortaya sürdüğü ve pekiştirdiği her yerde toplumun kötü dolayımlılığı da sinsice gösterir kendini. Dolaysızlığın davasını ancak en temkinli düşünüş savunabilir bugün. Ve bu da en küçük ölçekte sınanır.!


Theodor W. Adorno- Minima Moralia




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Paylaşella