23 Mayıs 2015 Cumartesi

deli, yanar.


kan şekerim düşmüş, başım dönüyorken inatla Tarkovski'nin Nostalghia'sındaki "deli"nin yanmadan önce haykırdığı düşü yazıya dökeyim diye düşündüm ve sonra neden kendimle inatlaştığımı...Baş dönmemi ve açlığımı bahane etmeden de orada olmalıyım diye düşündüm, onu yazarken kendimi bulmalı. Zayıflıklarımızın esiri olmayı "insanlık" hali olarak bilmenin dayanılmaz hafifliği ve sinsice zevk veren bu tembellik halinin zaman içinde genleşip metastazla nasıl da tüm bedeni ele geçirdiğini düşündüm. İnsanlara hastalığın meşruiyetinde dinlenecek ve işten güçten uzaklaşacak olmanın verdiği o gizli hazzı... 

Meşruiyet ve onaylanma beklentisi olmadan da çekip çıkarmak gerekir o uzaklaşma halini. Yasaların,ahlakın ve tüketimin kölesi olmuş bir toplumda tüm bunların bir anlamı olmalıydı. Ulus Baker'in de güzel ifadesiyle: "Her şey Spinoza'nın doğal felsefesinden kurtulmak üzere modern çağların yediği haltların toplamını gösteriyor. Spinoza diyordu ki, ilkel olduğumuz ve çocuklar gibi kendi hallerimizi yönetmeye muktedir olmadığımız ölçüde emirlerle güdülürüz. Bu bir "performatifler yasasıdır". Adem elmayı yemenin kendine zarar vereceğini bilecek durumda değildir, bu yüzden Tanrı ona elmayı yemeyi "yasaklamak" 
zorunda kalır. Ama kapitalizmin "rasyonalitesi" para getirecek herhangi bir şeyi yasaklamak istemeyeceğinden, eğer kendime mazoşistik bir işkence çektirmek istersem,üzerinde "do not use for..." gibisinden bir etiket basılı bir kırbacı üretip bana satacaktır." http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=21,215,0,0,1,0)








"İnsanoğlu dinle!
İçimde hangi atam konuşuyor?
Hem aklımda hem bedenimde
aynı anda yaşayamam.
Bu yüzden tek kişi olamıyorum.
Kendimi aynı anda sayısız şey olarak hissedebiliyorum.
Fazla büyük usta kalmadı.
Zamanımızın gerçek kötülüğü budur.
Kalbin yolları gölgelerle kaplanmış.
Yararsız görünen seslere kulak vermeliyiz.
Okul duvarları, asfalt ve refah reklamlarının uzun kanalizasyon boruları ile dolu beyinlere böceklerin vızıltıları girmeli.
Her birimizin gözlerini ve kulaklarını büyük bir rüyanın başlangıcı olan şeylerle doldurmalıyız.
Birisi piramitleri yapacağımızı haykırmalı, yapmamızın bir önemi yok.
O isteği beslemeliyiz ve ruhun köşelerini esnetmeliyiz sınırsız bir çarşaf gibi...
Dünyanın ilerlemesini istiyorsanız el ele vermeliyiz.
Sözüm ona sağlıklıları sözüm ona hastalarla karıştırmalıyız.
Siz sağlıklı olanlar, sağlığınız ne anlama gelir? 
İnsanoğlunun bütün gözleri, içine daldığımız çukura bakıyor.
Özgürlük faydasız eğer gözlerimizin içine bakmaya, yemeğe, içmeye ve bizimle yatmaya cesaretiniz yoksa.
Dünyayı yıkıntının eşiğine getirenler sözüm ona sağlıklı olanlardır.
İnsanoğlu dinle!
Senin içinde su, ateş ve sonra kül
ve külün içinde kemikler
kemikler ve küller...
gerçekliğinde veya hayalimde değilken, ben neredeyim?
işte yeni anlaşmam: geceleri güneşli olmalı ve ağustos da karlı,
küçük şeyler sona erer, büyük şeyler baki kalır.
toplum böylesine parçalanmaktansa yeniden bir araya gelmeli
sadece doğaya bak, hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin.
bir zamanlar olduğumuz yere dönmeliyiz, yanlış tarafa döndüğümüz noktaya.
hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz suları kirletmeden.
deli bir adam size kendinizden utanmanızı söylüyorsa ne biçim bir dünyadır burası?
Şimdi müzik, müzik!
Ah anne!
havanın etrafında dolaşan ve sen güldükçe berraklaşan o hafif şey havaymış."



2 yorum:

Paylaşella