14 Nisan 2013 Pazar

Üşenen bedenlerin yastığı ve yorganı: Battanistan.

Prozac, Zanax, Pasiflora, Prozac, Zanax, Pasiflora, Prozac, Zanax, Pasiflora. Durduramıyorum kendimi. Virgüller sporla çoğalıyor. Ah bir es! Bir es. Sadece bir defa olsun; nefes al, nefes ver. Herkes bir yerlere koşuşturuyor. Koşmayanlara, koşamayanlara çelme takıyorlar. Çelme takıyorlar ve çeliyorlar ürkek adımlarını.
Eskiden de çok kızardık. Çok kızgındık biz yaşamaya. Canımın nüvesi demiştim ben ona ve o da demişti ki "Yataktan çıkmak çok can sıkıcı ve saçma. Yaşamak çok zahmetli Rez. Yaşamak çok zahmet veriyor; yoruluyorum."
Çok kızdığımızda daha çok üşeniyoruz. Üşenmek bir tepki olabilir miydi ? Bunu sorarken Prozac, Zanax, Pasiflora almıyorum. Bu kadar soru sorarken şu haplardan almayan kaç kişi aldık üşenmeye öykünen çocuklar arasında ?
Eskiden çok kızgındık ve sokaktaydık. Şimdi Battanistan'da biteviye batmalar...Battanistan nedir ? Batanların bir meclisi vardır. Mümkün olduğunca kahve ve sigara içen batanlar, D vitamini ihtiyaçlarını karşılamak suretiyle güneşe karşı uzanırlardı banklara. Mümkünse banka reklamı olmasın o bankların üzerlerinde. "Ah be deli kız hiç anlamıyorum seni. Yazdıklarını anlamıyorum ve çok hızlı konuşuyorsun." Dediler bana çok dediler. Anlaşılmamak dert edilmeli mi ? Sorup, köşeme geçtim. Kısacası umurumda değildi. Ancak öyle davranırsan seni daha çok kabullenirler, dediler. Umurumda değildi! Umursanmak için yitirilen hayatları düşündüm ve köşeme geçmedim, oraya bile bile yürüdüm hem de terliksiz.

Bir yazar ve bir şair beni delirmeye çağırıyordu. Her gün ve her gün mutlaka en az bir yazar ve bir şair tarafından kışkırtılırım. Her gece ve her gece mutlaka en az bir yazar ve bir şair beni o köşemde sıkıştırırlar. Dün gece Sabahattin ve Mayakovski ile konuştum ve onları karşıma aldım. Oysa ki onlar delir delir delir o köşende delir demediler ki ? Ben öyle anlamışım.Sonra yine dağınık odama geri döndüm. Her şey yerli yerinde ve tozdandı, naylondan değil.

Sabahattin karşıma geçmiş; "İçimizde şeytan yok...İçimizde aciz var....Tembellik var...İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: Hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var." diye haykırdı.

Sonra Mayakovski geldi. O daha çok benim dilimden konuşuyordu ve o:

"Şimdi de sözcüklerle
Hani o basit
Hani o öküz böğürmelerini andıran
Sözcüklerle ben
Yeni ruhlarımızın yaylarını titreten ruhlarımızı
Parmaklarımla şöyle bir dokunacağım başlarınıza 
O kadar
Ve dudaklar bitecek dokunduğum her yerden
En büyük öpüşlere uygun dudaklar
Ve bir dil fışkıracak
Tüm halklara geçerli bir dil
Yürekten
Aksak ruhumla ağır ağır
Tahtıma ilerleyeceğim
Elden düşme göklerden yontulmuş yıldız deliklerle süslü tahtıma
Kurulup yerleşeceğim
Pırıl pırıl
Üzerimde tek ziynet tembellik olacak
Ve sahici gübreden en yumuşak minderler kıçımın altında 
Kurulup yerleşeceğim
Ve rayların dizlerini okşamaktan usanmış lokomotif tekerleri 
Gelip sevgiyle boynumu okşayacak."

Mayakovski'ye sarıldım ağladım. Sabahattin'e uzaktan baktım gözyaşlarımın arasında. İmgesi buğulandı ve buğulanmalıydı. Şeytanlarımı kovalamak benim için hiç de kolay olmadı.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Paylaşella