19 Haziran 2011 Pazar

Çoluk Çocuk'ta bir deli Fantazmagorya




Ankara'ya her gittiğimde gövdemi kıskıvrak yakalayan, imgeleriyle çarpıştığım karmaşık duyguların beş duyu organlı haline dönüşüyorum. Yine öylesi bi halet-i ruhiye ile akşam güneşi ile beraber- ki bulutlar peşinden gelecek bi yağmurun izindeydiler- Kızılay'a düştük. Hayatımdaki yeri tartışılmaz bir kıymete haiz bir kadından gelen telefon ve yine kii- ki kendisini pişman ettim; kamusal alanın kendisini yorduğundan mütevellit cümleleri ardı sıra dizdiğini ve bile bile kelime oyunları yaptığını kendisine ilettim- o da bunu yüzüme vurma, oyunlarımı bozma diye çemkirdi. İnsanlara ayna tuttuğum için çoğu zaman pişmanlıkla cebelleşir ruhum benim. Yine öyle bir andı işte...Sonra bana Patti Smith'in Çoluk Çocuk kitabından bahsetmeye başladı. Because the Night söyledik içimizden hep belaber. Öyle güzel anlattı ki Dost Kitabevi'ne doğru yollandım. İki tane kalmıştı. Bana bakıyorlardı. Böylesine güzel bir tesadüfün bıngıldağından öpmek istedim ve öptüm. Güzel bir adamla sohbet ettim. Foucault'nun Seçme Yazılar serisini tamamlamama engel "Özne ve İktidar"ını, Adorno'nun Otoritaryen Kişilik Üstüne'sini ve Antonio Negri-Michael Hardt'ın Çokluk'unu alıp daha fazla para harcamamak üzere Ankara'nın mis gibi yağmuruna karıştım.

Teyzemde içtiğim bi duble rakı ile birazcık insan taklidi yaptım ve çizgi halini almış gözlerle toplantıya katılmamalıyım lön düşüncesine zıplayıverdim üstüme başıma çamur sıçradı ama olsun sonunda uyudum. Yök bıdı bıdı yaptı biz de. O kısma çok değinmeyeceğim. Malta'ya gidecek olanlardan ayak üstü yemekte tanıştığım arkadaşlardan birinin arabasıyla Aşti'ye tam 13.55'te vardım. Yoksa 14.00 arabasına yetişemeyecek bir daha gece kalkacak olan otobüsü bekleyerek "the pussyfication of the brain + tick tock" sendromundan dolayı beynimin kıvrımlarından beyaz köpükler saçılacaktı düşünceme. Bunu kimse yaşamak istemezdi. Bu güzel şansın da bıngıldağından öptüm.

Yağmur yağıyordu. Yol zaten güzeldi her haliyle. Islanırken çok daha güzeldi. Patti Smith bana bakıyordu Çoluk Çocuk'un kapağından. Serzeniş dolu bakışlardı bunlar. Janis Joplin ise yukardan bakıyordu yok lön yok bildiğin yağmurun ıslattığı camdan vuruyordu bak kızım dışarı diye bak "Yol'da olmak yetmez diyordu.Teyzem olaydın, halam olaydın , ablam olaydın, ninem olaydın dediğim bu güzel insanlara karşı mahcuptum. Evet! Yol'da olmak yetmiyordu. Artık hoca olacaksın kızım yediğine, içtiğine, gezdiğine dans ettiğine, dağıttığına dikkat et diyen yüzdelerin abidik gubidik oşt-meelemelerine maruz kalıyordum.Bazı bazı hocalarım ne derse yapıyordum.İstemiyordum ama yapıyordum. Bu kendi yoluyla yoğrulan içinde yeşerttiğim ablalarıma karşı ihanet ediyordum ama olsun! Bir yolunu bulup onlara dokunuyordum. İlerde binlerce öğrencime onlardan bahsetmiş olacaktım. Başka türlüsü olmazdı. Onları biraz kızdırmalıydım diyerek kendimi rahatlatma mesaisinden sonra kitaba koyuldum. Roman okumaya duyduğum iştahla sanki sussuzluğumu gideriyordum.

Arthur Rimbaud'un Illuminations'ını, Eleanor Steber'den Madame Butterfly'ı, A love Supreme. Between the Buttons. Joan Baez ve Blonde on Blonde. Vanilla Fudge, Tim Buckley, Tim Hardin.History of Motown. Hepsinin üzerinde genel tekrar yapılmalıydı. Bu merak cennetine kollarımı uzatmıştım. Beni çekseler başka bir dünyaya salsalar hiç şikayet etmezdim.

Odama geldiğimde Tim Buckley'den Phantasmagoria in Two'yu açtım ve sigaramı yaktım. Geçmişin sisli yollarına doğru yola çıktım. Phantasmagoria kelimesi bile o merak cennetinde heyecandan dans ettiren bir anlama haizdi: bir nevi hayal gücü gösterisiydi. Ruhsal dalgalanmalar ( fluctuatio animi) den hayallerin dalgalanışlarına kapımı açmıştım sonuna dek. Şarkıyı dinleyince beni daha iyi anlayacaksınız.


Paylaşmakta zorlandım fazlasıyla sahiplenmiştim çünkü. Sözlerinin sarsan devinimi her dinleyişte farklı anlara itiyor ve içinde bir sarkaç, durmak bilmiyordu.

Rimbaud, Illuminations'ını almayı kafaya koymuştum ama dayanamadım. Hızlıca paylaşanlardan faydalandım. İçimdeki korsanın sözünü istemeyerek dinledim. İsteksizliğimin nedeni ise Patti'nin şu sözleri idi:

"Arthur Rimbaud'yla avunuyordum; ilk kez on altı yaşındayken, Philadelphia otobüs garının karşısında bulunan ufak bir kitapçıda karşıma çıkmıştı. Gururlu bakışları Illuminations'ın kapağından benimkilerle buluştu. İsyankar zekası beni ateşlemiş, ben de onu bir hemşerim, akrabam, hatta gizli sevgilim gibi kucaklamıştım."

Herneyse, sonuç itibariyle o kapağa dokunacaktım. Yine de ulaştığım bir bölümünü paylaşmadan edemiyorum :

SARHOŞLUK SABAHI

SEN ey Birtanem! Ey Güzelim benim! O asla sürçmediğim yabanıl ezgi! Perili sehpa! O işitilmedik yapıt için, o güzelim vücut için ilk kez, hurra! Çocuk gülüşleriyle başladıydı bu, öyle de bitecek. Bando dönse de, o eski uyumsuzluğumuza kavuşsak da, bu zehir gene bütün damarlarımıza yerleşip kalacak. Ey şimdi bütün o işkenceleri hakeden bizler! yaratılmış olan vücutlarımıza, ruhlarımıza bu insanüstü sözü coşkuyla bir araya getirdim: bu sözü, bu cinneti! İncelik, bilgiçlik, zorbalık. O aparı aşkımızı getirebilmemiz için, bu iyilik ve kötülük ağacını karanlığa gömeceklerini, bu barbarca iylikseverliklerin sürüleceğini söz vermişlerdi bize. Kimi tiksintilerle başladı bu, ve işte, - bu ölümsüzlüğün içinde bizi yakalayamadığı için, - korkuların bozgununda sona erdi.

Çocuk gülüşleri, tutsakların saygısı, kızların o yabanıl davranışları, yüzlerin, şu eşyaların. dehşeti, o uykusuz geceyi andıkça, kutsayın. Onca yabanlıkla başlamıştı bu, ve işte buz ve alev melekleriyle bitti.

Ey esrikliğin kutsal uyanıklığı! bize armağan ettiğin salt o maske adına bu. Bir yöntem biliyoruz seni! Daha önce de, bizim yaşımızdakilerini de senin kutladığını unutmuyoruz. Zehire inanıyoruz. Her Allahın günü yaşamamızın tümünü birden vermeyi biliyoruz.

İşte caniler çağı!



Artık uyku kollarını açıp beni göğsüne yatırmak için debelenirken bu yazıya son vermezsem haksızlık edermişim gibi geliyor. Yarın bir başka gece olacak çünkü...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Paylaşella